@Elif-Elif | 11 Apr 17 - 13:34
Bugün yastığa başımı koyunca misafirim çaldı kapıyı, huzursuzluğumdu gelen. Gitmesini dört gözle beklediğim lakin kalkmasını bilmeyen bir misafir gibiydi kendisi. “Hoşgeldin” diyerek en içten gülümsememle davet ettim onu gözlerimin en güzel köşesine. Memnun kalmış olacak ki, “Çay koyda içelim.” dedi. Anlaşılan sohbet derinleşecek ve yine beni sorguya çekecekti. Özenle hazırladım tepsiyi; bardaklar, peçeteler, kurabiyeler.. Çaylar gelir gelmez başladı içimden iç almaya, o çaydan içtiği her yudum, içimden bir parçaydı sanki. Yutkuna yutkuna geçiyordu boğazından misafirimin. Hoş! Sohbette ayrı bir güzel geliyordu ya şimdi ona, karnında oluşacak kelebekleri öldürür gibi sindiriyordu çayını. Üçüncü yudumunun ardından kelimeler dökülmeye başladı;
“Hangi camide kılınacakmış?”
Bu sefer ben yutkundum. İçimin öldüğü böylesine yüzüme vurulmamış olacaktı ki cevap veremedim misafirime. O muhabbete devam ediyor, bense susuyordum. Takatim kalmamıştı belki de bu kadar meraka.
“Bir bardak çay daha?” der gibi elimi çaydanlığa uzattım, “Lütfen” der gibi başını salladı o da.
“Nasıl olmuş peki?” diye sordu bu seferde. Elimdeki çay bardağı dansöz kıvraklığıyla titredi. Boğazımdaki düğümü çözebilmek için öksürdükten sonra cevapladım;
“Herkesin bir parça eseriymiş, resim sergisi gibi rengarenk sanarken kendini, renklerin grileştiğini görememiş. Siyahına vurunca dibinden, bir daha da kendine gelememiş.”
Gözlerini devirip, “Beyaz güzeldir, çabuk kirlendiğinden. Siyah güzeldir, gece gibi örttüğünden. Lakin gri kirletsen belli olmaz, örtsen kapatmaz. Şimdi anlaşıldı..” dedi.
Son yudumunu alır almaz misafirim el sallamadan gitti. Hoşça kal demeden gitti, çünkü ne ben hoşça kalırdım bu sohbetten sonra ne de o hoş çakallık yapardı artık bana.......